Tarık Tufan’ın yeni romanı ‘Gece Açan Çiçekler’, 1900’lü yılların başından bugüne uzanan bir aile hikâyesi. Sürprizlerle dolu hikaye, Derviş Ali ve Halide’nin anlatımıyla iki ayrı koldan ilerliyor ve merkezinde Vefa’daki bir ahşap konak var. Okurunu hemen içine alan vurucu bir roman.
Eray AK-KitapSanat
Geçmişten bugüne bağlanan hikâyelerin iki ayaklı kurulan yapısında, genelde birayak diğerinin destekleyicisi rolündekonumlandırılır kurguda ve okurlar olarak biz, hangisinin ne görevle orada bulunduğunu bilir, reflekslerimizi buna göre bileriz. Bunun belirsiz olduğu zamanlarda ise gardımız düşer.
Yani yazar ele aldığı zamanların ikisini de çok güçlü kaleme alarak bir anlamda okurunu tuzağa çeker. Yazarın hangi şaşırtıcı ve ani hamleyle bizi yere sereceğini bu dakikadan sonra ancak kendisi ve metin biliyordur artık. Dolayısıyla onların insafına kalmışızdır.
Bu çaresizliğin ise okur nezdinde ne demek olduğu aşikâr; her sayfası merakla çevrilen bir kitabın içindeyizdir. Hikâyenin sürprizlerine açık, yazarın hamlelerine dirençsiz, yazının büyüsünün içinde bir yolculuktur yaşadığımız. En güzeli ise bu okurluk deneyimi hissettirmeden karışmıştır kanınıza. Tarık Tufan’ın okur karşısına henüz çıkan romanı ‘Gece Açan Çiçekler’ de işte tam olarak böyle hissettiriyor okuruna. Kitabın sayfaları arasında dolaşanlar her sayfasında kendini ele vermemek için direnen, öte yandan ise bu dirençle birlikte meydana gelen merak unsuruyla okurunu kendine bağlayan bir romanla karşılaşacak.
‘Uğursuz’ ahşap konak
Konağın son sahibi vefat ettikten sonra açmaya başlıyor ‘Gece Açan Çiçekler’in hikâyesi kendini okura. Konağın hanımı vefat etmiş, geride kalan evlatları da son gece konakta toplanıp nasıl hareket edileceğine, evden nelerin alınıp nelerin satılacağına karar vermek için bir araya gelmişlerdir. Fakat pek de iç açıcı bir durumda değildir konağın ahalisi: “Cihangir’in borç batağına saplanıp hapishaneye düşmesi, Zeliha’nın aşkından vazgeçip şehri terk etmesi, eski kocasıyla sorunlarının Nihal’i tükenişe sürüklemesi hiç hesapta yoktu. Konağın üzerindeki ipotekler, öden- memiş borçlar, kardeşlerimin ihtiyaç duydukları paralar her şeyin önüne geçti.”
‘Gece Açan Çiçekler’ için en geniş çerçevede Osmanlı’nın son yüzyılından, 1900’lü yılların başından kollarını bugüne uzatan bir aile hikâyesi diyebiliriz. Hikâyenin tam ortasında ise İstanbul’un son ahşap konaklarınan biri var; kadim semtlerden Vefa’da bulunan Canfeda Konağı. Fakat bu konak çevresince ‘uğursuz konak’ olarak anılıyor. Bunun nedenlerini romanın sayfaları ilerledikçe okura hazırlanan sürprizlerle birer birer öğreniyoruz. Bu, hem romanın kalabalık kadrosunun konakla kurduğu bağı hem de konak çevresinde dönen olayları aktarıyor okura. Öte yandan konak, geçmiş ile geleceğe birleştiren bir durak olarak tasarlanmış yazarı tarafından ve romanın kahramanlarından biri de Canfeda Konağı diyebiliriz bu bağlamda.
Yıllardır girilmeyen oda açılınca
Bu durum tespitinde bulunan ise romanın kahramanlarından, konağın ahalisinden ve hikâyenin anlatıcılarından bir olan Halide. Romanın güne bakan kısmının tümünü Halide’nin gözlerinden izliyoruz. Halide anlattıkça da karanlık bir aile hikâyesinin kollarında buluyor okur kendini. Konağın bu son gecesinde çok uzun zamandır hiç açılmamış bir kapısı açılıp aileye dair pek çok bilinmeyen ortaya çıkacaktır. Ailenin sırları, günahları, vicdan azapları, geçmişte yaşananlar ortaya çıkmaya başlayacak ve bir anlamda bu son buluşma,
bir hesaplaşmaya dönüşecektir. Bu yönüyle bakıldığında Tarık Tufan’ın bu romanda yaptığına bir aile tablosunun içine, sadece gerçekleri gösteren ‘kara bir ayna’ tutmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu aynadan okura yansıyanlar ise karşılarına çıkan manzaradan dürüstçe kendilerine pay almak olacak.
Hikâyenin geçmiş penceresini bize açan bir diğer anlatıcısını ise sabahına idam edileceği bir zindanda kurtarıcısı olacağını umut ettiği ünlü saray başressamı Fausto Zonaro’yu beklerken buluyoruz; Derviş Ali’yi.
Abdülhamid devri sona ererken at izinin it izine karıştığı kaotik bir tablo yaratmış Tufan romanın bu kısmında. Aynı kaos, romanın bugüne bakan kısmında da var. Tarık Tufan, 15 Kasım 1979’da gerçekleşen Independenta tanker kazasını bugüne taşıyarak, konağın son gününde toplanan kahramanların iç kaosunun dışarıdaki yansıması gibi vermiş. Hiç görülmemiş bir olayın yaşandığı bir günde aile de kendisini bugüne kadar hiç bulmadıkları bir durumda bulacaktır.
Derviş Ali ile saray başressamı Zonaro
Hikâyenin geçmiş dönemine geri döndüğümüzde hemen yukarıda da bahsedildiği gibi Derviş Ali’yi ve Fa- usto Zonaro’yu başrolde görüyoruz.
Onlar da hiç görülmemiş bir ortamdan selam veriyor okurlarına. Bir ressamı ve bir dervişi aynı sahnede, hatta aynı hayat akışının içinde buluşturan dünyanın renkliliğinden ve çekiciliğinden bilmem ayrıca bahsetmeye gerek var mı? Fakat kısaca bahsedecek olursak; İstanbul âşığı Zonaro’nun hayatının resmi olarak addettiği bir çalışmasını tamamlayabilmesi için Derviş Ali’ye sonuz bir ihtiyaç duyuyordur. Ancak bu ihtiyaç zamanla dostluğa evrilecek ve Derviş Ali ve Zonaro, birbirlerinin dertleriyle ilgilenen dostlara dönüşeceklerdir. Hikâyenin bu kısmında Tarık Tufan’ın kurduğu dünyanın nahifliğine de dikkat etmek gerekiyor. 1900’lerin başındaki İstanbul’un çekici manzarası bu noktada okurlara eşlik ediyor.
Geçmiş ve bugün, Derviş Ali ve Halide…
Romanın dünyasında geçmiş ve bugünü bağlayan bu iki anlatıcının gözünden izlediğimiz çok zengin ve bir o kadar da kırılgan bir dünya var ‘Gece Açan Çiçekler’in sayfaları arasında. Fakat bu iki dünyanın nasıl birleştiğini görmek, gerçek bir yazar marifetini de seriyor gözler önüne. Tarık Tufan, kırık aşkların ve âşıkların gölgesine kurduğu bu romanında insanın kendisiyle imtihanına da önemli bir alan açıyor. Sonuç olarak da ortaya akışına okurun kendisini kaptırdığı ve bu akışın her ânında kendi içinden derin bir duyguyla tanışacağı vurucu bir roman çıkıyor. Bu kısa yazının sınırlarına sığmayacak detaylar romanın her sayfasından okurun belleğine doluyor. ‘Gece Açan Çiçekler’, Tarık Tufan’ın roman dünyasında ayrıcalıklı bir yere sahip olacak.