‘Osmanlı İmparatorluğu ve Arap Aşiretleri 1840 – 1914’ kitabının yazarı M. Talha Çiçek’e göre son döneminde Osmanlı, aşiretlerle ilgili yer yer güce başvursa da tavizlerden çekinmedi. Ortadoğu’daki oluşumların canlılığı düşünüldüğünde, Osmanlı’nın arayışları bugüne de ışık düşürebilir.
Ömer Erdem
Fetihçilik müzakereye dayanmaz fakat uzun zamanlı yönetimler ele geçirdikleri topraklarda uyguladıkları yöntemlerle ömürlerini de belirlemiş olurlar. İstanbul’un fethinden Kanuni çağının sonuna kadar sistematik ve başarılı bir sürecin işlediği nispeten söylenebilir. İktisadi, askeri ve hukuki bir dizi süreklilik, Osmanlı’nın Ortadoğu’daki sürekliliğini ayakta tutarken özellikle sistemin bozulmasından sonra türlü yönetim ve asayiş sorunları baş gösterir. Mısır, Suriye, Irak gibi bölgelerde birbirine yakın yönetim modellerinin uygulandığı biliniyor. Şehirler ve daha alt gruplardaki yerleşim merkezlerinde duruma hakim olmak dönemlere göre değişiklik gösterirken çöl gibi uçsuz bucaksız alanlarda tam bir hakimiyetten bahsedilebilir mi? Aşiret yapılanmalarının yaşandığı bu bölgelerde yönetim aklı nasıl işliyordu? Osmanlı son döneminde, özellikle Tanzimat’la başlayan süreçte, hukuki, idari, siyasi ve iktisadi amaçlarla ne tür açılımlara gitti? Osmanlı tam bir hegemonya sahibi miydi? 19. yüzyılda imparatorluk – şehir – aşiret ilişkilerini şekillendirdiği düşünülen medeni – göçebe çatışması var mıydı? M. Talha Çiçek’in tezine göre hem bitmeyen bir çatışmadan hem de mutlak bir tahakkümden söz edilemez. Tanzimat sonrası Osmanlı yönetim aklı, özellikle çölün derinliğinde yaşayan Arap aşiretleri ile hem temas kurmakta hem de onları sisteme dahil etme fikrinde değişken politikalar izledi. Yer yer güce başvursa bile tavizlerden çekinmedi. Bu bakımdan bir uzlaşmadan bahsedilebilir. Tanzimat, 2. Abdülhamit ve Jön- Türk idaresi dönemleri benzeşimler içerir. Özellikle bu dönemde ‘devlet ile göçebe gruplar arasında o tarihe kadar görülmemiş düzeyde etkileşim’ gerçekleşir.
Aşiretlerin şaşırtıcı müzakereciliği
Aşiretler modernleşme sürecinde edilgen kalmayıp şaşırtıcı ve girişkenbirer müzakere- siyaset bileşeni olarak öne çıkarlar Çiçek’e göre. Osmanlılar, yeterli para, asker ve yetenekli yönetici yokluğu içinde yöresel şeyhlerle bazen zoraki bazen de gönüllü atılımlara girişirler. 1840’larda aşiretler meselesini hayati bir sorun diye algılayan yöneticiler, şeyhleri birbirine karşı kullanmaktan yeni iskan alanları açmaya, uzlaşmacı diplomasiden idari unvan dağıtımlarına değin pek çok adım atarlar. Başta zormuş gibi gözüken ‘aşiret gerçeği’ zamanla kabul edilir. ‘Uzak tutma’ kadar ‘içeri alma’ taktikleri de denenir. Anazeli ve Şemmerli gibi güçlü aşiretlerle sonuca gitmek kolay olmaz. Sonuç gerçekleşir mi? Osmanlı amacına ulaşabilir mi? 19. yüzyılda bu bölgede tek aktör Osmanlı değildir artık. İngilizler her vesileyle devrededirler. Belki de bu gerçeklikten dolayı 1860’larda ‘ Osmanlı siyaseti evrim geçirir.’ Büyüklük ve mutlak güç istencinden vazgeçip reel politiği gözetmektir bu. Osmanlı askeri ve mali sistemi yeterince güçlü değildir çünkü. Çatışma güçlendiğinde kaybeden daha çok Osmanlılar olmaktadır ayrıca. ‘İdealist modernizmin yerini pragmatizmin almasıyla’ nüfuz yayılmacılığından müzakere ve tavize kayan bir manzara ortaya çıkar Osmanlı- aşiret ilişkilerinde. Otonomileri zayıflatma fikrinden vazgeçilir. Tanzimat ve sonraki hedefler 2. Abdülhamit’in Müslüman kardeşliği politikasını da içine alsa bile amacına ulaşamaz. Ortadoğu ve Mezopotamya’daki oluşumların canlılığı düşünüldüğünde, son dönem Osmanlı’sının arayışları belki bugüne de ışık düşürür.