3.4 C
New York kenti
Salı, Mart 4, 2025

Buy now

Yalnızlık çağının başlangıcındayız

Türk öykücülüğünün önemli okullarından Cemil Kavukçu, yeni kitabı ‘Karanlığın Rengi’nde yalnızlığın farklı tonlarında geziniyor. Kavukçu, “İçinde bulunduğumuz yüzyıl bana yalnızlık çağının başlangıcı gibi geliyor. İnsanlar gittikçe içine kapanır oldu. Bir araya gelmeler, sohbetler iyice azaldı. Bu gidişle konuşmayı unutacağız” diyor.

Eray AK-KitapSanat

İlk yazdıklarının yayımlanmasından bu yana 44 yıl geçmiş olan öykücülüğümüzün önemli okullarından usta yazar Cemil Kavukçu kalem mesaisine tüm samimiyetiyle devam ediyor. Şimdi ‘Karanlığın Rengi’ adını taşıyan öykü toplamıyla okurlarının karşısında Kavukçu. Bu öykülerinde yalnızlığın çok farklı tonlarını yakalayan yazar, kasabanın insanı içine çektiği dünyayı da her zamanki gibi kendine has bir şekilde veriyor. Öykülerin diğer kahramanları hayvanlar ise başka âlem. Kavukçu ile yeni öykülerini ve öykücülüğündeki kırılmaları konuştuk.

Bazı kaçamaklar dışında hep öyküde kaldınız. Bu yazıyı alımlayış biçiminizle mi ilgili yoksa öykü sizin için bildiğiniz topraklar, güvenli bir liman mı?

Öykü; bildiğim değil, hâlâ tanımaya çalıştığım topraklar; çok güvenli bir liman olduğunu da düşünmüyorum, onunla buluştuğumda daha doğrusu o beni bulduğunda her an elimden kaçacakmış gibi ürkek bir duruşu var. Hem beni buluyor hem de yeterince güvenmiyor. Beni çeken yanlarından biri bu. Daha baskın olanı ise yazma süreciyle ilgili. Bir adım sonra ne olacağını ve nasıl sonlanacağını bilmeden çıkılan yolculuğun gizemli bir çekim gücü var.

Yeni kitabınız ‘Karanlığın Rengi’, nasıl geçmiş bir evrenin verimi sizin için?

İlk öykümün yayımlanmasından bu yana 44 yıl geçmiş ama bana o kadar olmamış gibi geliyor. Hani derler ya ‘Sanki dün gibi’; öyle işte. Bu süre içinde aldığım yolun beni getirdiği yer ‘Karanlığın Rengi’. 44 yıl boyunca yaşadıklarımın, yazdıklarımın, okuduklarımın damıtılması sonucu ortaya çıkan kişisel bir belge benim için.

Hayvanlar çok önemli bir yer tutuyor öykü dünyanızda. Çok şey anlatıyorsunuz onlarla ve onları ne kadar çok seviyorsunuz. Neler katıyor öykü evreninize?

Hayvanları belgesellerde olsun, günlük yaşamda olsun izlemek şaşırttığı kadar etkiliyor da beni. Aynı zamanda öğreticiler de. Ahtapot belgeselini izlerken ağlayacak gibi olmuştum. Yürüyen merdivenli üst geçit köprüsünü kullanan sokak köpeğini gördüğümde de çok etkilenmiştim. Hayvanların dünyasına ne kadar uzak ve yabancıyız. Zekiler, duyarlılar ve bizim gibi rüya görüyorlar. Öykülerimde hayvanlara yer verirken kendimi onların yerine koyarak yazmaya çalışıyorum. Aynalarda göremediklerimizi onlara bakarak görelim istiyorum.

ÖYKÜ SORUNU

Bugünün öykü dünyasına dair küçük bir değerlendirme istesek sizden? Bakışınız bizim için değerli.

Kültür balıklarıyla deniz balıklarının arasındaki lezzet farkı beslenme biçimlerinden kaynaklanıyor. Denizden soyutlanmış bir havuzun içinde yapay besinlerle büyütülen balıkların eti de sası oluyor. Öykümüzün ve edebiyatımızın bir süredir kısır döngü içinde olması, bir kesimin kültür balıkları gibi yaşamdan soyutlanmış alanlarda solumaları ve kendilerini geliştirmek için moda olanlarla yetinmeleriyle ilgiliymiş gibi geliyor. Okuyarak edinilen birikimin eksikliği, birbirinin türevi, katmansız, yüzeysel öykülerin yazılmasından belli oluyor. Bunların sayısı ne yazık ki hiç de az değil. Edebiyatın kısa sürede ünlü olunacak ve maddi olanakların genişletileceği bir alan olarak görülmesi de başka bir yanılgı. Bu kısır döngünün dönemsel ve geçici olduğunu düşünüyorum. Öykümüzü geliştirip yeni ufuklara taşıyacak genç kalemler bugün için azınlıkta kalsalar da kültürel mirasımıza sahip çıkarak onu bir adım daha ileriye götüreceklerine inancım tam.

Özellikle kediler bu kitabınızda da başrolde. ‘Sırdaşlar’ bölümünde yer alan üç öykünün kahramanları onlar. Yalnızlığın öykülerinizdeki imgesel yükünü sırtlanmışlar gibi geldi bana. Yanılıyor muyum?

Haklısın. Kediler, yaşamımızı paylaşacak, ayak ucumuza kıvrılıp uyuyacak ve zaaflarımızı kullanacak kadar iyi tanıyorlar bizi. Sözünü ettiğin öykülerdeki misyonlarıyla öykü kişilerindeki yalnızlığa bir çare olamıyor, tersine yalnızlıklarını daha da katlanılmaz hale getiren yansıtıcılara dönüşüyorlar.

Yalnızlık meselesinden devam edelim isterim. Bu kadar içine kapanmış dünyaların öykülerinde sizi çeken nedir?

İçinde bulunduğumuz yüzyıl bana yalnızlık çağının başlangıcı gibi geliyor. İnsanlar gittikçe içine kapanır oldu. Bir araya gelmeler, sohbetler iyice azaldı. Bu gidişle konuşmayı unutacağız. Özellikle gençlerin en yakın arkadaşı cep telefonları artık. Kalabalıklar içinde yalnızlar çoğalırken tek başına yaşayanlar ne yapıyor? Beni böyle öykülerin dünyalarına çeken de bu soru oldu.

Kasaba ortamında, dar alana sıkışmış ve oraya sığamayan insanların yaşamlarından kesitler okurduk öykülerinizde. Sonra bir dönem geldi, bir kırılma yaşandı ve fantastik unsurların yoğunlaştığı öyküler okuduk. Şimdi yine kasabadayız fakat bu kez yaşadığı yerle uyumlanmış gibi kahramanlarınız. Bu durum sizin de içinizde geçtiğiniz bir yolculuğun sonucu mu?

Geçtiğimiz günlerde Semiramis Yağcıoğlu’nun ‘Hep Eksik / Edebiyat ve Sinemada Yas ve Melankoli’ başlıklı bir kitabı çıktı. Kitabın önsözünde benimle ilgili şu saptamayı yapmış Yağcıoğlu; “Örneğin, Cemil Kavukçu, doğduğu İnegöl kasabasını bir duvar metaforu ile edebiyatın simgesel düzlemine taşır. (…) İnegöl’de yaşamak, birbirinin aynısı öznellik konumlarında tutsak olmak anlamınagelir. Bana kalırsa, Cemil Kavukçu her öyküsünde, İnegöl’de tutsak kalmış gençlik arkadaşları için yas tutar ama neyin yasını tuttuğunu bilmez.” Bunu okuyunca yazara hak verdim. Gerçekten bunun bir yas olduğunun da farkında değildim.

Öykülerimde bir türlü o kasabadan çıkamamamın nedeni bu olmalıydı. Aslında çıkmak istiyordum. ‘Boş Zamanlar’da ve ‘Gölgeli Muhabbetler’de bunu denedim ama hâlâ eksik bir parça kalmış olmalıydı ki çıkamadım. ‘Karanlığın Rengi’ni bitirdiğimde bir iç huzuru duydum ve yasımın sona erdiğini anladım.

Sizinle yaptığımız bir söyleşide, “Benim için aslolan yazı değil, yaşam” demiştiniz. Bu durum, yazınınızı yaşamın tam ortasına koyarak farklı bir denge bulmuş gibi sanki ‘Karanlığın Rengi’ ile bugün… 

Evet, sonunda bir dengeye geldiler. Ama bundan sonrasını nasıl etkiler, bilemem.

Sizin için kurmaca ile gerçeklik arasındaki çizgi nerede başlar, nerede biter?

Benim için kurmaca ile gerçeklik ne bir yerde başlıyor ne de bitiyor; onlar hep iç içe gibi, bir kurmacanın içinde ve kurmaca kişisiymişim gibi…

SON GİRİLEN İÇERİKLER