8.1 C
New York kenti
Çarşamba, Mart 5, 2025

Buy now

Biz büyüdük kirlendi şehir

Seray Şahiner, yeni romanı ‘Vatan Millet Samatya’da üç kuşaktan kadınların var olma, kendine ait bir yer edinme mücadelesini anlatıyor. 1960’lardan 90’lara kuşaklarla birlikte değişen şehir – insan ilişkisini de izliyoruz. Sert gerçekçi bir roman ama Şahiner, çocuk bakışıyla sertliği mizahileştirip yumuşatıyor. Çok içten bir anlatımı var.

Metin Cemal/KitapSanat

Seray Şahiner’in yeni romanının adı ‘Vatan Millet Samatya’, doğal olarak akla ilk olarak ‘Vatan millet Sakarya’ deyişini getiriyor. Bu ifade, özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde ve
sonrasında Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini vurgulamak
için kullanılır. ‘Vatan’ bir halkın üzerinde yaşadığı toprak parçasını, ‘millet’ ise
aynı vatana ve değerlerine sahip çıkan insan topluluğunu ifade eder. ‘Sakar-
ya’ ise Sakarya Meydan Muharebesi’ni anımsatır ki bu savaş Türk milletinin
bağımsızlık mücadelesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Romanı bir yanıyla
böyle değerlendirebiliriz.

Seray Şahiner, üç kuşaktan kadınların var olma, kendine ait bir yer edinme
ve bağımsızlık mücadelesini iki kadın kahramanının ağzından anlatıyor. Bir
yanıyla bir ‘bildungs roman’. Kahramanının dünyayı keşfetme, yenilgilerle ol-
gunlaşma ve sonunda bilgelik kazanma sürecini anlatır bildungs romanlar. ‘Va-
tan Millet Samatya’ kahramanlarının yaşadıkları da dünyayı keşfetme ve ye-
nilgilerle olgunlaşma olarak değerlendirilebilir. Bilgelik kazandıkları ise kesin.


30 yılda değişen şehir – insan ilişkileri

‘Vatan Millet Samatya’da üç kadın ve bir şehir kahramanlarımız. Köyden kente göçün ilk dönemlerinden başlıyor, 1990’lara kadar geliyor. 30 yıllık bir zaman diliminde kuşaklarla birlikte değişen ya da karşılıklı iletişimle gelişen şehir – insan ilişkisini izliyoruz.

İstanbul’un insanlar, özellikle kadınlarla birlikte değişimi Samatya’da başlayıp Aksaray’da,
Vatan ve Millet caddelerinde gelişen hayatlarla anlatılıyor. Bu mekanlardan bakarsak kitabın adı da farklı bir anlam kazanıyor.
1970’lerde başlıyor öykümüz. Köyden İstanbul’a göç etmiş, Samatya’da yaşayan bir aile. Baba bir bankada odacı olarak çalışıyor. Anne ev kadını. ‘Bir maniniz yoksa annemler size gelecek’ yılları, ‘Elalem ne der?’ devirleri. Dar gelirli bir aile. Yokluğu bilen anne, yani Fidan oldukça eli sıkı. Aile ilişkileri de komşuluk da çok güçlü, mahalle baskısı had safhada. Herkes birbirinin hayatına karışıyor. Bir yandan da inançlarını, geleneklerini korumaya, şehrin değişim baskısına karşı direnmeye çalışıyorlar.

Evde olduğu kadar mahallede

İlk anlatıcı Melek bu ortamda büyüyor. Sokakla, mahalleyle doğrudan ilişki kurulan bir yaşam bu. Hem mahallenin şartları, hem de dönem çocukların yaşamlarını evde olduğu kadar, sokakta ve komşularla birlikte geçirmesine olanak sağlıyor. Mahallenin, sokağın
verdiği sosyalleşme olanağını da somut tehlikeyi de şahsen yaşıyorlar. İlkokul
çağlarındaki Melek’in gözünden hem aile içi ilişkileri hem de mahalleliyi tanıyoruz. Her yerde son sözü babalar, yani erkekler söyler gibi görünse de Meleklerin evinde son söz annede. Anne Fidan, Melek’in tüm isteklerini ‘olmaz’la, ‘hayır’la cevaplıyor.

‘Radyo günleri’, arkası yarınlar, radyo tiyatroları dinleniyor, ilk ve tek TV kanalı yayına başlıyor. Sokakta, komşu evlerinde oyunlar oynanıyor, arkadaşlıklar kuruluyor, okulda arkadaşlarla yarışılıyor. Melek başarılı bir öğrenci başarısıyla bilinmek, görünmek istiyor ama pek sonuç alamadığını hissediyor. Beklediği takdiri evde de okulda da gö- remiyor. Bir yandan da kent değişiyor. Müstakil evler yıkılıp apartmanlar ya- pılıyor, Samatya da yıkılan binalarıyla kentin değişimini istimlaklerle yaşıyor.

‘Apartman çocukları’ zamanı


İkinci anlatıcımız İnci, Melek’in kızı. 90’ların başı. ‘Benim memurum işini
bilir’ devri. Başbakan Turgut Özal, herkese köşeyi dönmeyi öğütlüyor. Herkes
iş kuruyor, serbest meslek sahibi oluyor. İnci’nin babası da bu serbest meslek
sahiplerinden. Sürekli değişen ve pek de anlamlı görünmeyen işlerden büyük para-
lar kazanıp hızlı iflaslar yaşıyor. Melek de annesinin tutumluluğuna karşı ve sanırım
içsel bir tepki olarak tam bir savurgan ve kızı ne istese misliyle alıyor, onu sevgiyle
boğuyor. Kendi yaşayamadıklarını kızına yaşatmak istiyor. Çocuklar için artık pek sokağa çıkılamayan zamanlar. ‘Apartman çocukları’ zamanı. İnci de yaşamı pencereden bakarak öğreniyor. Aksaray Meydanı’na bakan evlerinden metro inşaatını ve kentin yaşadığı yeni değişimi izliyor.


En çok kadınlar ve çocuklar çekiyor

‘Vatan Millet Samatya’ bir kadınlar romanı ama erkekler de o denli ilginç. Dedeler ve babalar aile içindeki rolleri ile kadınların yaşamını belirliyor. En ilginç baba İnci’ninki. Adamın karısı ve kızıyla aşırı şiddet ve aşırı sevgi ile kurduğu ilişki, hayatın her alanında kolay kazanma, daha da kolay harcama tavrı, modern görünümlü muhafazakarlığı, bana sosyopat bir tip olduğunu düşündürdü. Kadim’in dengesizliği, toplumsal dengesizliği de yansıtıyor. Seray Şahiner her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmış ama Melek’le Kadim nasıl tanıştı, bu evlilik nasıl gerçekleşti anlatmamış. Sanırım Melek’in gençlik çağları başka bir roman konusu. Melek ve İnci’nin çocuklukları cinsel istismarı yaşayarak ya da şahit olarak geçiyor. Bu da ahlak anlayışının ne kadar yoruma muhtaç ve müphem olduğunu gösteriyor. Şehrin ve hayatın değişimi geleneksel ahlakı lafta bırakıyor. Bunun acısını da en çok kadınlar ve çocuklar çekiyor. ‘Vatan Millet Samatya’ sert gerçekçi bir roman ama Seray Şahiner çocuk bakış açısından ve ağzından anlatıyor. Kahramanları anlatmış, onlar nasıl görüyorsa, ifade ediyorsa yazıya öyle geçirmiş gibi. Acı ve şiddet dolu olaylar, yaşananların sertliği çocukların anlatımıyla mizahileşiyor, yumuşuyor. Sanki o yıllarda, oralarda yaşamış gibi içten bir anlatımı var.

Önceki İçerik

SON GİRİLEN İÇERİKLER