5.9 C
New York kenti
Pazartesi, Nisan 7, 2025

Buy now

Uzun, canlı bir rüya

Büyük Japon yazar Haruki Murakami, yeni romanı ‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’ında ‘İmkânsızın Şarkısı’ndan da çok iyi bildiğimiz yitik aşk-yitik sevgili temasını tüm kıvrımları ve sancılarıyla ele alıyor. Aşkı gerçek dünya ile rüya-hayal âlemi arasında bir köprü olarak kurgulayan Murakami, okuruna yine derin bir duygusal deneyim sunuyor.

Tunca Arslan/KitapSanat

Haruki Murakami’nin ‘Tuhaf Kütüphane’ adlı öyküsünde Osmanlı İmparatorluğu’nda
vergi tahsilatı üzerine üç kitap okumak isteyen bir delikanlının kütüphanede tutsak edil-
mesiyle birlikte yaşananlar anlatılır. “Neden bunlar benim başıma gelmek zorundaydı ki? Oysa tek yaptığım, kitap ödünç almak için kütüphaneye gelmekti” diye düşünen kahramanımız, tıpkı ‘Sahilde Kafka’, ‘Zemberekkuşu’nun Güncesi’,
‘1Q84’ romanlarında olduğu gibi kütüphane aracılığıyla bilinmeyen bir dünyaya adım atar.
Kütüphane motifi Murakami için bilginin ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan, bilinçaltında-
ki karanlık noktaların keşfedildiği bir mekândır ve kuşkusuz ki kullanım yoğunluğu bakımından Borges’i bile aşmıştır.
Çok yerinde bir tanımlamayla “21. yüzyıl edebiyatını icat eden yazar” olduğu söylenen
Japon ustanın dilimize çevrilen 551 sayfalık son romanı ‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’da, ana
karakterin ve okuyucunun hem gerçek hem demetaforik anlamda dünyasını değiştiren, farklı boyutlara açılan kapılar sunan bir değil iki kütüphane çıkıyor karşımıza. Biri, 17 yaşındaki ana karakterin hayatına damga vuran 16 yaşındaki aşkıyla birlikte oluşturduğu hayali şehirdeki içinde tek bir kitabın bile bulunmadığı ‘rüya okuma kütüphanesi’, diğeri 45 yaşındayken çalışmaya başladığı, dağlar arasındaki küçük şehirdeki gerçek kütüphane.
“Sonra sadece ikimizin olan gizli bir dünya oluşturup paylaşmaya başladık: Yüksek duvarla çevrili o tuhaf şehri” diyen delikanlının gerçekliği, arzularının ve korkularının peşine düştüğü, kendisini bilinmeyen, gizemli bir dünyaya çeken, bazen de ürkütücü bir atmosfere bürünen kütüphanelerle belirleniyor. “Gerçek bedenim, gerçek ben, çok uzak bir şehirde, tamamen farklı bir yaşam sürüyor. O şehir, yüksek duvarla çevrili bir şehir ve bir adı yok” satırları, tıpkı içinden nehir geçen bir şehir gibi ikiye bölünen romanın ana temasını özetliyor aslında. Murakami de kahramanı gibi, “Bilincimi ben denen beden kafesinden özgür bırakıp düşünce denen geniş ovada istediğim gibi koşturdum; tasmasından özgür kalan bir köpek gibi” diyerek, bilinçdışındaki çatışmaları ve bilinçaltındaki hesaplaşmaları sayfalara döküyor. Okur, ‘Ben hangi dünyaya aitim?’ sorusunun yanıtının peşinde, her Murakami eserinde olduğu gibi amansız bir girdaba sürükleniyor.
Bu dünya, hakikatin gölgesi mi?
‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’da okurun çok sık yüzleştiği bir diğer kavram ise ‘gölge’. Ta-
savvufun, bu âlemin hakikatin gölgesi olduğu inancına benzer biçimde, romanda kimi zaman somut kimi zaman soyut anlam kazanan, benlik, kimlik, geçmiş, suret ve bastırılmış duyguların bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor gölge.
O hayali şehrin sakinlerinin durumunda olduğu gibi, “Gölgeni terk etmek, tabii ki hiç de o kadar kolay bir iş değil” vurgusuyla birlikte, ‘Yaban Koyununun İzinde’, ‘1Q84’, ‘Rüzgârın Şarkısını Dinle’den de bildiğimiz üzere bir varlık-yokluk ilişkisi kuruluyor gölgeyle bağlantılı biçimde.
Gölgenin yalnızca karanlık bir unsur değil, aynı zamanda dönüşüm ve aydınlanma sürecinin bir parçası olduğu, “Gölgelerini kaybetmiş insanlarla, insanlarını kaybetmiş gölgelerin” hüzünlü diyaloglara girdiği, okuma sürecindeki egemen duyguların üzüntü ve melankoli olduğu bir roman ‘Şehir ve Belirsiz Duvarlar’.
Rüzgâra yakalanan bir alev
“Sevdiğin kişinin akıl almaz bir şekilde, aniden ortadan kaybolmasının ne kadar üzücü
olduğunu, yüreğini nasıl bir şiddetle acıttığını, insanı ne kadar derinden yaraladığını, içten içe nasıl da kanadığını hayal edebilir misin?” Bu satırlar, Murakami’nin ‘İmkânsızın Şarkısı’, ‘Sputnik Sevgilim’ romanlarından da çok iyi bildiğimiz yitik aşk-yitik sevgili temasının bu kez de tüm kıvrımları ve sancılarıyla tekrarlandığının göstergesi.
Okuruna bir kez daha derin bir duygusal deneyim sunan Haruki Murakami, gerçek dünya
ile rüya-hayal âlemi arasında bir köprü olarak kurguluyor aşkı. Kaybediş ve eksiklik duygu-
suyla bir varoluşsal sorgulama gerçekleştiriyor ve aşka, tıpkı o şehrin belirsiz ve aşılması çok zor duvarları gibi belirsiz sınırlar çiziyor. Murakami için aşk, yalnızlığı gideren değil çoğaltan bir duygu ve “Birden çıkan rüzgâra yakalanmış bir alev” anlamına geliyor.
“Şehir ve Belirsiz Duvarlar”, Murakami’nin ülkemizdeki has okurlarına, “Yüreğimin derin-
liklerinde biri kapıya vuruyordu. Acelesi var gibi, sert bir şekilde, art arda” denilerek uzatılan yeni bir davetiye.

SON GİRİLEN İÇERİKLER