6 C
New York kenti
Cuma, Nisan 11, 2025

Buy now

ABD politikaları dünyayı nereye götürüyor?

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ufuk Necat Taşçı, ABD Başkanı Donald Trump’ın politikalarının geçmişten gelen izlerini ve dünya siyaseti için olası sonuçlarını AA Analiz için kaleme aldı.

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Donald Trump’ın ikinci kez başkan olarak seçilmesiyle beraber dünyada birçok dengenin değişeceğini, hatta halihazırda değişmeye başladığını görmek zor değil. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar devam eden tarihsel süreci ve sonrasını tekrar ele almanın gerektiği bir gelecek şimdiden etkilerini hissettirmeye başladı.

Trump’ın özellikle seçim kampanyasında ve başkan seçildiği günden itibaren kullandığı söylemler ve uygulamalar, her ne kadar kendisinin diplomatik nezaketten uzak üslubu ve olağandışı ilişki biçiminin gölgesinde kalsa da ABD’nin Trump liderliğinde yapmaya çalıştıklarının tamamen irrasyonel olmadığını da gösteriyor. Hatta daha önce benzer hamleleri yapan, devlet içerisindeki “derin” yapılanmalara meydan okuyan, ABD’yi Amerikalılar yönetmeli diyen birçok başkan acı bedeller ödedi.

Bu benzerlik ve nüansları tam anlamıyla çözümlemek, günümüzün metodolojik farklılıklarına ve Trump’ın üslubuna takılmadan bunu yapmaya çalışmak ziyadesiyle önem arz ediyor. Trump’ı bir iyilik meleği veya kurtarıcı olarak göstermek mümkün olmadığı gibi, bugün yaşanan sorunları salt güncel problemler olarak ele almak da oldukça yanıltıcı olacaktır. ABD’nin, Trump’ın neredeyse tüm açıklamalarında çözeceğim diyerek bahsettiği neredeyse 60 yıldır rahatsız olduğu sorunları var. Bu sorunlar ABD açısından aslında sandığımızın çok da ötesinde çalkantılı bir sürecin başladığını bize gösteriyor olabilir.

  • Tarih tekerrür edecek mi?

Bu bağlamda, eski ABD Başkanı John F. Kennedy’nin Dimona’daki İsrail nükleer tesisi konusundaki endişelerini anlamak ve uğradığı suikastın Trump tarafından neden seçim kampanyasının ilk gününden beri kullanıldığına kafa yormak önem arz ediyor. Benzer şekilde, gümrük tarifeleri uygulayan ve “uluslararası sistemin vampir ve kan emicilerinden” dert yanan eski Başkan Richard Nixon ile Trump’ın bugünkü retoriği ve uygulamaları arasında dikkat çekici paralellikler mevcut. Tarih her zaman lineer bir düzlemde ilerleyen olaylardan mütevellit olmamıştır ve her zaman aynı pratik uygulamalar farklı konjonktürlerde benzer sonuçlar üretmez. Ancak farklı zaman dilimlerindeki benzer söylemlerin ve politikaların geçmişe ve bugüne dair anlatmaya çalıştığı hususlar vardır.

Lincoln’ün 1862’de, McKinley​​​​​​​’in 1897’de, Nixon’un 1971’de gerçekleştirdiği ekonomik hamleler ve ek vergiler, Trump’ın aslında ABD kültüründe halihazırda yer alan bir yöntemi kullandığını gösteriyor. Nixon yeni önlemlerini duyurduğunda Fed şefi “başkan delirdi” demişti. Dünyayı yeniden dizayn edeceğini söyleyen Nixon ise stratejilerinde düşünülenin aksine başarılı oldu, borsa uçtu ve fiyat istikrarı sağlandı. Nixon sonrasında gelişecek süreçlerde küresel resesyonun önüne geçmek adına kararı piyasaya bıraktı ve halkına zarar vermediği sürece radikalleşmedi.

İkinci döneminde seçimi ona büyük farkla kazandıran stratejileri Nixon’a yetmedi ve büyük farkla kazanmasına rağmen tarihte istifa eden ilk ABD Başkanı oldu. Nixon o dönemde Watergate skandalı ve ülke içerisinde kendisine karşı hamle yapan “derin” yapıdan dert yanmıştı. En ilginci, İsrail’in Orta Doğu’daki politikalarının ABD’ye zarar verdiğini düşünen, kapalı kapılar ardında Yahudilere karşı önyargıları bulunan Nixon, 1973’teki Yom Kippur Savaşı sırasında İsrail’e çok büyük yardımlar göndermesine rağmen kimseye yaranamamıştı. Bu durum, ABD’nin Sovyetler Birliği ile nükleer bir savaşın eşiğine gelmesine sebep olduğu büyük desteğe rağmen gerçekleşmişti.

Seçim sürecinden beri “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” ve “ABD’yi ABD’lilere geri vermek” gibi sloganlarla yola çıkan, derin devlet ve küresel medyaya yönelik çok ciddi eleştirilerde bulunan ve suikast girişimleri atlatan Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile son görüşmesinde verdiği cevaplarda, bir geçmiş birikimi ve gelecek tahayyülü görmek mümkün. Ayrıca, Trump’ın Kennedy suikasti üzerinde fazlasıyla durması ve suikaste dair evrakları kamuoyuna belirli bir sansürle açması bir yerlere vermek istediği mesajların bir parçası.

Geçtiğimiz günlerde Beyaz Saray’ı ziyaret eden Netanyahu’nun, Trump ile yaptığı görüşme sonrası verilen medya demeçleri de bu bağlamda okunabilir. Özellikle, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerinden Netanyahu’ya verilen “makul ol” mesajı, ABD’nin bundan sonraki süreçte Türkiye’ye dair planlamalarından da öte Netanyahu tarzı kliklerin ABD’ye olan siyasi maliyetinin cevaplarını taşıyor olabilir. Trump’ın kendisinden önce benzer politikalar uygulayan başkanların neyde, nasıl ve hangi sebeple başarısız olduğuna dair bir kurumsal hafıza taşıdığını görmek mümkün.

-Netanyahu’nun ABD ziyareti bir dönüm noktası mı?

Çin’e karşı giriştiği ticaret savaşı gittikçe büyüyen Washington için sonuç getirici reel işbirlikleri çok daha büyük önem taşıyor. Trump şu anki politikalarıyla hem ithalatı kısıtlayıp 36 trilyon dolarlık borç, hem ABD’nin kaybetmeyle yüz yüze olduğu hegemonyası, hem de ülke içerisinde ABD’ye rağmen hareket eden gruplarla sancılı bir sürece girmiş gözüküyor.

Bunu yaparken, Çin’e karşı Rusya, Hindistan ve Suudi Arabistan’ı yanına almak istediğini az çok hepimiz biliyor ve tahmin ediyorduk. Ancak şu anda Rusya’nın henüz Trump’ın ateşkes girişimine istenen tonda yaklaşmaması, Moskova’nın stratejik hedeflerine tamamen ulaşmadığına inanıyor oluşu, ABD ve Avrupa Birliği (AB) arasındaki uçurumu daha da açarak masaya oturmak istemesi söz konusu. Dolayısıyla, önümüzde sadece ABD değil, bütün dünya adına geleceğin dinamiklerinin şekilleneceği birkaç ay var.

Trump, Rusya ile yürütmek istediği süreç ve tahayyül ettiği yeni ittifaklar başarılı olsun ya da olmasın, Türkiye ile derin bir işbirliği yürütmek zorunda. Orta Doğu’da ve daha geniş yelpazedeki bir coğrafyada Rusya, AB ve Çin’e karşı bölgeyi dengede tutabilmesi buna bağlı. Bu bağlamda tıpkı Nixon gibi, Netanyahu’nun veya ona benzeyen bir iktidarın İsrail’i yönetmeye devam etmesi, ABD açısından büyük bedelleri beraberinde getirebilir.

Oval Ofis’te gerçekleşen basın toplantısında da Türkiye’yi bu anlamda da kilit bir aktör olarak gören ve İsrail’in Netanyahu yönetimindeki başıbozukluğunun nelere mal olabileceğini idrak etmiş bir Trump vardı. Sözde Abraham Anlaşmaları’nın mimarı, İsrail’in en büyük destekçisi olan Trump’ın dahi artık bazı bedelleri İsrail ve Netanyahu adına ödemek istemeyeceği bir döneme girmiş bulunuyoruz.

  • Ezberlerin bozulduğu bir dönemde Türkiye’nin etkisi

Türkiye’nin küresel aktörlerin tamamı için bir tercih değil zorunluluk olduğu bu dönem, Ankara’nın bugüne kadar yaptığı gibi hassas ve doğru zamanlı hamleleriyle elini fazlasıyla kuvvetlendirebilir. Kıbrıs’tan Libya’ya, Sudan ve Somali’den Gazze’ye kadar geniş bir coğrafyada, Türkiye’yi ve hassasiyetlerini dikkate alanların kazanacağı bir çağ başlamış gibi duruyor.

Bilinen bütün ezberlerin geçerliğini yitirdiği, siyasetin rasyonaliteden uzaklaştığı, liberalizmin ve popülist toplumsal politikaların Avrupa toplumunu getirdiği bu ortamda, Türkiye, Türkiye olarak kalarak bu süreçlerin içerisinden bir kazanan olarak çıkacaktır.

(AA)

SON GİRİLEN İÇERİKLER