İsveçli yazar Linn Ullmann’ın Genç Kız, 1983 adlı eseri, yazarın 1998’den beri yazmaya çalıştığı bir istismar ve onunla yüzleşme hikâyesini konu alıyor. Kitapta öfke duygusu belirgin bir şekilde öne çıkıyor.
HÜLYA AVŞAN/KitapSanat
Linn Ullmann, daha önce Huzursuzlar adlı kitabında Stockholm’ün güneyindeki Färö Adası’nda geçmişinin izini sürmüştü. Babası Ingmar Bergman’ı ziyarete giden Norveçli bir kızın yolculuğunu anlatan bu hikâye, adeta güneşe gözünü dikip bakan bir çocuğun aile öyküsüydü. Şimdi ise o kitaptaki küçük bir an, başlı başına bir romana dönüşüyor: Ullmann’ın 1998’den beri yazmaya çalıştığı, bir istismar ve onunla yüzleşme hikâyesi.
Ullmann’ın nihayet romana dönüştürmeyi başardığı Genç Kız, 1983, bir üçlemenin ikinci parçası. Yazar, “Huzursuzlar yayımlandığında bunu söylemeye cesaret edemedim. Ama üç romanın her biri kendi ana temasına sahip olacak: Anılar, arzu ve öfke. Bu temaların kitaplarda birbirine karışması kaçınılmaz,” diyor.
Kitapta öfke duygusu açıkça hissediliyor. Ullmann bu duyguyu saklamıyor: “Kaybolan, yön duygusu olmayan, karşılaştığı hiçbir durumu çözemeyen o kızı öfkeyle izledim.” Ardından ekliyor: “Sanırım öfkeyi merakla değiştirdiğimde onu anlatmak da kolaylaştı.”
40 Yıl Sonra Gelen Yüzleşme
Ullmann’ın “Bu hikâye hep üzerimdeydi,” dediği roman, memleketi Norveç’te yayınlanır yayınlanmaz büyük övgü topladı. Kitapta 16 yaşındaki Karin (ya da Ullmann), annesinin itirazına rağmen moda dünyasının kalbi Paris’e gider. Ünlü bir fotoğrafçıdan aldığı davet başta büyüleyici olsa da, daha ilk gece kendini onun yatağında bulur.
Bu olaydan 40 yıl sonra o gece yaşadıklarının izini sürmeye karar veren Ullmann, kitabında otobiyografik unsurları kullanıyor ancak “gerçek olaylardan esinlenmiş” gibi süslü ifadelere başvurmuyor. Yerler ve kişiler isimsiz olsa da aslında saklanmıyor. Anlatıcıyla yazar birebir örtüşmese de aralarındaki yakınlık o kadar belirgin ki, okurdan dikkat, yazardan ustalık bekleniyor. Aksi takdirde, kitaba yöneltilen eleştiriler anlatılanlarla empati kuramamakla sınırlı kalabilir ya da yazar, okurun ilgisini edebiyattan alıp kendi kişisel yaşamına yönlendirme riski taşır. Ullmann’ın başarısı da bu tuzakları görüp onlardan uzak durmasında yatıyor.
Ullmann, yaşadıklarını doğrudan bir istismar olarak anlatmıyor; hatta A’yı arzulamış olmanın utancını sırtlanıyor: “Birinin arzusunun nesnesi, odak noktası, hedefi olmak istiyorum. Yalnız olmak istemiyorum.” Kitap, genç bir kızın verdiği sinyallerdeki belirsizliğin özsaygıyı nasıl etkileyebileceğini ve anıların benlik oluşumundaki rolünü çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Karin, A ile birlikte olmayı başlarda gurur verici bulsa da, bunun sonradan nasıl bir kabusa dönüştüğünü cesaretle anlatıyor. Arzu, sınır aşıldığında rıza dışına çıkıyor; bu ayrımı fark etmesi gereken genç kız değil, yetişkin. Ullmann’ın güçlü olduğu yer, #MeToo sonrası hâlâ şekillenen bir tartışmaya duygusal ve sarsıcı bir boyut kazandırması.
Doğru Kelimeleri Bulmak ve Sıralamak
Ullmann baştan kararlı: “Hatırlamadığım şeyler bazen rüyalar, hisler ve acılar şeklinde beliriyor, bunlar yazılamaz şeyler ama yine de yazılacak.” Anlatısı doğrusal değil; 2019 sonbaharında, pandemiyle sessizleşmiş Oslo’da, bir karaağaç altında hatırlamaya başlayan yetişkin “ben”, anlatıcı rolünde. Ona 16 yaşındaki “sen”in yansıması eşlik ediyor. Bazen anlatıcı, üçüncü şahsa, hayali bir kız kardeşe dönüşüyor.
Geçmişe yapılan bu sert yüzleşme, Virginia Woolf’un “Yazmak, doğru kelimeleri bulmak ve onları sıralamak meselesidir” sözüne yaslanıyor. “Ben”, 1983’teki sırların kendisinde bıraktığı izleri anlamaya çalışırken “sen” benliğe sızıyor, duyulmayı talep ediyor. Anlatıcı nedensellik arıyor: “Bir sıralama bulursam, kızı da bulurum,” diyor. Ancak zamanla unutkanlığın üzerini örttüğü o kesin ana ulaşamayacağını fark ediyor.
Hafızanın kesik kronolojisi; dili kesik genç kızın tekrar eden betimlemelerinde beliriyor. Anlatıcı iç görü barındıran cümlelere ulaşsa da hep “Hatırladığım şey,” diyerek duruyor. Unutkanlık hep orada. Fakat Ullmann’ın kırıntıları kazıyıp sıralama çabası, romanı unutulmaz kılıyor.