Claudio Magris ‘Körlemesine’de otobiyografik bir zemin üzerinden anların büyüsüne doğru yolculuk yapıyor ve Avrupa’nın karanlık tarihinin sayfalarını aralıyor. Okuması emek isteyen ama buna değecek bir roman.
Eray Ak/KitapSanat
Claudio Magris ismi Türkiye’de özellikle ‘Tuna Boyunca’ adını taşıyan ve gezi edebiyatının şaheserlerinden kabul edilen kitabıyla bilinse de dünya edebiyatının üslubu en kuvvetli yazarlarından biri olarak görülüyor. Üstelik dünyada Türkiye’deki gibi sadece ‘Tuna Boyunca’ ile dikkat çekmiş değil. Türkçeye çevrilen fakat yankı bulmayan pek çok kitabı, yayımlandığı andan itibaren entelektüel çevrelerin ilgi sahasına adımını atıyor. Türkçede de kendine ciddi bir okur edindi Magris; çok da haksızlık etmeye gerek yok aslında. ‘Tuna Boyunca’nın yanında ‘Mikrokozmoslar’, ‘Davanın Reddine’, ‘Enstantaneler’ ve ‘Krems’te Bükülü Zaman’ gibi muhteşem kitaplar okuduk kaleminden.
Edebiyatın pek çok sahasında rahatlıkla seyahat edebilen Magris’in anlatıdan denemeye, öyküye uzanan evreninde gezindik. Şimdi de bir romanıyla karşı karşıyayız: ‘Körlemesine’. Magris romanında, Türkçeye yeni çevrilmiş eserlerinde sıkça rastladığımız gibi otobiyografik bir zemin üzerinden anların büyüsüne doğru bir yolculuk yapıyor okurlarıyla birlikte. Sınırlar kadar kimliklerin de karmaşıklaştığı bir zaman diliminden sömürgecilik ve baskıcılığın hüküm sürdüğü Avrupa’nın karanlık tarihine bir sayfa aralıyor.
Her şeyden önce şunu söylemekte yarar var: ‘Körlemesine’, okuması emek gerektiren bir roman. Okurundan hem bilgi bazında hem de anlamsal düzeyde talepleri var. Fakat bu Magris okurları için yeni bir durum değil. Çünkü yazar öyle derinlikli bir yerden ele almaya başlar ki meselelerini, içerdiği tarihsel ve toplumsal tortular satır aralarında dolaşanlar için
yeni fikir uçları doğurur hep. ‘Körlemesine’ de bundan uzak bir roman değil. Türkçeye çevrilmiş Magris metinlerinin arasında en politiği olmasının yanında, mitolojik göndermeleriyle de katman katman yoğunlaşan, her sayfada yeni anlamlar doğuran bir kitap.
Öte yandan uzun bir monologdan mürekkep tüm bir roman. Aynı sesle, aynı tonda konuşan bir anlatıcı ile muhatap okur. Bu anlatıcı bir de aklını kaçırmış ve akıl hastanesinde tedavi altında ise işler okur açısından bir adım daha zorlaşabiliyor ki ‘Körlemesine’ için durum tam da böyle. Anlatıcımız, Yugoslavya Komünist Parti üyesi Tore ya da Danimarkalı denizci Jorgen Jorgensen’in akıl hastanesindeki doktor tarafından yürütülen soruşturması sırasında dile getirdiklerinden meydana gelmiş roman elimizdeki. Dolayısıyla bilinç akışına da, çağrışımlara da açık bir dünyanın içine davet ediyor okurunu Magris. Anlatıcının bilincini gezdirdiği dünya burada önemli olan. “Yüzyıllık mahkûmiyetini, maruz kaldığı işkenceleri, katıldığı savaşları, işlediği günahları anlatıyor. İspanya İç Savaşı, toplama kampları, İzlanda limanları, Tazmanya yerlilerinin katledilişi ve hafızanın derinliklerinde unutulmuş pek çok olay” içinde dolaşıyor.
Magris’in daveti bu yönüyle aslında Avrupa’nın karanlık tarihine bakış aynı zamanda. Bugün siyasi anlamda kendini çok farklı konumlandıran bir oluşumun geçtiği karanlık durakların bir ‘deli’nin gözünden tüm gerçekliği ve acımasızlığı ile yansımasını görüyoruz tüm bir roman boyunca. Magris büyük bir yazar. Balkanlar’dan Avrupa’ya uzanan coğrafyanın tüm hikâyesine sahip. Tarihsel, mitsel, siyasi ve sosyolojik anlamda ele aldığı toprakların bilgisine derinlemesine temas etmiş bir aydın. ‘Körlemesine’, Magris’in bilge dünyasının haritasını okurlarına gösteren bir roman aynı zamanda. Her ne kadar emek isteyen bir metin olsa da karşılığında aldıklarınızı düşündüğünüzde buna değeceğiniz görüyorsunuz.