8 C
New York kenti
Çarşamba, Ocak 1, 2025

Buy now

Yakarsa bu dünyayı garibanlar yakar

Yeni romanı ‘HınçAhınç’ta yoksul ve geleceksiz üç gencin hikâyesini onların dilinden anlatan Figen Şakacı, bir anlamda öfkenin anatomisini çıkarıyor: “Korkuyu garibin kalbinden kaldırırsan her şey olur; zaten kaybetme korkusu olmayanların gözükaralığı bir başka olur; hem isyankâr hem de kalender olabilirler.”

Efnan Atmaca-KitapSanat

Yer Yeni Mahalle. En büyük eğlencesi futbol maçları olan kenarda, kıyıda kalmış bir semt. Bu semtin gençleri Demar, Serde ve Arif kendilerine çıkış yolu ararken büyüklerinin hiçbir yardımı yok. Herkesin içinde günden güne büyüyen bir öfke var. Ve bu öfke en çok da kendilerini yakıyor. Figen Şakacı, yeni romanı ‘HınçAhınç’ta yaşananların hepimizi yavaş yavaş kenara, köşeye ittiğini anlatıyor. 

Kitap adından da anlaşıldığı gibi öfke ve hıncı yansıtıyor. Kiminle konuşsam öfkeli, insanlar kavga etmek için yer ayırıyor. Çağımızın hastalığına mı döndü mü öfke? 

Bu romanı diğerlerinde olduğu gibi çağa tanıklık etmek, zamanın ruhunun ve onun yarattığı alışkanlıkların zihinlerimizde yarattığı değişimleri, ilişkilerimize etkisini, en gencinden en yaşlısının sinir uçlarına dokunarak yazmak, edebiyatın dil ve anlatım olanaklarını sonuna kadar zorlamak için yazdım. Sizin değindiğiniz öfke sınıfsal olduğu kadar toplumsal bir yara artık, çok geniş bir alana yayılan, iliğimize kadar işleyen cılk bir yara. Tezer Özlü yazmıştı ya zamanında “Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” diye… Bir daha düşünelim mi hep beraber; belki birbirimizi öfkeyle, hınçla, alacakla-verecekle, hasetlefesatla yok etmeye yemin etmişlerin ülkesine dönmüşüzdür… Her zamanki gibi zenginler pişkin, yoksullar hınçlı… Benim romanımda olay ‘Yeni Mahalle’de geçiyor ama bu soruyu herkesin kendine de sormasını isterim: Ayrışmak, ayrı uçlara savrulmak ve birbirimize bilenmek için iktidara ihtiyacımız kaldı mı gerçekten? 

Bu öfkenin altında kitaptaki kahramanlar açısından çaresizlik yattığını görüyoruz. Hayatın hep kıyısında kalan, itilmiş, şans verilmemiş kahramanlar birbirine yaslanıp güç bulmaya çalışıyor. Ama sonunda birbirlerini de itiyorlar. 

Hepimizi yavaş yavaş hayatın kıyısına itmeye çalışıyorlar gibi geliyor bana; çıkıp birileriyle bir kahve içmek, iç dökmek bile lüks birçoğumuz için. Demin de dediğim gibi öfke artık sadece yoksulların bilediği bir bıçak değil, her geçen gün daha çok yoksullaşmamızda ve bunun olağan hale gelmiş sonuçlarında yuvalanıyor öfke… Size de oluyor mu bilmem; marketten her çıkışımda bir elimdeki fişe bir de daha dolmamış torbaya bakakalıyorum bir süre… Böyle böyle neşeli rakı sofralarından, birilerini eve davet etmelerden falan vazgeçiyorsun; yolda, kahvede, otobüste güler yüzlü insan göremez, içinde kötülük geçmeyen cümle duyamaz oldum. Benim ‘Yeni Mahalle’de aynılar, biçareler aynı yerde ama hayatın gerçeğine baktığımızda ‘üst mahallenin’ zenginleri de çok güvende değil; haberlerde okuyoruz çete kuran gençlerin yaşları 15-19 arası değişiyor, doğduklarında ellerinin altında olmayan Daltonlar, Red Kit gibi isimlerle çete kurup kendi adaletlerini sağlamaya çalışıyorlar. Buna seyirci kalmanın acısıyla (da) yazdım bu romanı. Türkiye’nin başkenti Ankara, resmi duygusu Hınç’tır’a mı vardık acaba kaygısı ve duygusuyla… 

Kitaptaki üç gencin üçünün de aile problemi var. Demar’ın annesibabası yok, Serde’ninkiler için Serde yok, Arif’inkiler zaten kör ve sağır! Aileler mi kurban ediyor çocukları? Ailede güven bulamayan için hayata tutunma şansı olmuyor mu? 

Ergenlik üzerine okumalar yaparken canımı çok acıtan bir nokta da; ebeveynlerden biri kurbansa, ya da ailede herhangi bir travma varsa bu kuşaklararası aktarımla önü kesilene, farkındalık yaratılıp da baş etme yöntemleri geliştirilene kadar devam ediyor, yani illa ki birilerine sıçrıyor. İçine doğduğumuz ev malum benliğimizi belirleyen en önemli yapı taşı. Bize ne oluyorsa önce ailede ya da onun yokluğunda, oradaki çatışmalı ilişkilerde oluyor, sonra da bir ömür boyu yara sarmaya büyüme deyip geçiyoruz. Benim gençler de bu kültürel aktarımın anaforuna kapılmış, yanlış ezberlerin ve yanlış sevilmelerin ürünü…Haliyle ciğerlerine dolan öfke, ceplerine dolan kinle dişlerini gıcırtarak yaşıyorlar.

HIRSIN OLDUĞU KADAR HINCIN DA AGORASI’

Futbol özellikle ilgimi çekti, çünkü ben çok severim. Futbol eskiden keyifti, bir tribünde her türlü sosyo ekonomik sınıftan insanı birleştirendi. Şimdi ise sizin de yazdığınız gibi ayrıştıran oldu, savaş arenasına döndü. Neydi sizi Yücespor’u kahraman yapmaya iten? 

Yücespor oyuncuları soğuk soyunma odalarında titreyerek duş alan, çamur içinde futbol oynamaya kalkan gençlerden oluşuyor. Ben de çocukluğumun geçtiği mahallede o sahada oynadım çırpı bacaklarım ve kız başımla. Futbol bir takım oyunu olduğu kadar içinde milyon dolarların döndüğü bir sektör… Sosyologların inceleme konusu ama bence taraftarlık kadar düşmanlığı da besleyen, tribünlerde görünmez el bombalarıyla hop oturan hop kalkanların, içinde ne kadar öfke, coşku varsa dökenlerin, azmin, hırsın olduğu kadar hıncın da agorası. 

Bence de Müslüm Baba haklı: Yakarsa bu dünyayı garibanlar yakar. Geldi mi o vakit, ne dersiniz? Artık bu dünya yıkılıp yenisi kurulmalı mı? Olur mu dersiniz? 

Korkuyu garibin kalbinden kaldırırsan her şey olur; zaten kaybetme korkusu olmayanların gözü karalığı bir başka olur; hem isyankâr hem de kalender olabilirler… Bence asıl gün geçtikçe yoksullaşmamız kadar kayıt dışı ve haksız zenginleşmelerde, onların gözümüze görgüsüzce soktukları ve üzerimize dökülen ışıltılı pullarında… O kollarında altın, saçlarında dolar taşımaktan yorgun düşenler rol model olmaktan çıkıp hesap veren konumuna geçseler; sınıfsal sorunlarımız şak diye çözülmez ama hiç olmazsa biraz içimiz soğur.

SON GİRİLEN İÇERİKLER